Haydi bu gün biraz gezelim. Sizi zaman makinasına bindirip, uzak sandığınız, yakn bir yere götüreceğim. Zaman kavramıyla baktığınızda çok uzak, fiziki olarak ise yakın bir yere gideceğiz.
Her köşesinin cennetten bir parça olduğunu düşündüğüm ülkemizde bir yerlere gideceğiz. Ben her yaz gidiyorum. Her gittiğimde ise "bu da mı varmış?" diyorum. Uzun yllar gidip, gelmediğimden, her yl sanki yeni yapmşlar gibi hissettiğim, eski şeylerle karşılaşıyorum.
Kütahya, kendinizi zaman tüneline girmiş gibi hissedeceğiniz bir yer. Yolunuz düştüğünde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Osmanlı imparatorluğunun doğduğu toprakların şehrine, ister demiryoluyla, ister karayoluyla girdiğinizde ilk önce sıradan bir Anadolu şehrinden farklı bir yer değilmiş gibi gelecek size. Sokaklarını dolaşmaya başladığınızda ise, neredeyse her sokak başında sizi Osmanlı zamanından bile kalmış olan çeşmelerle karşılaşacaksınız. Hele ulu cami tarafına gidip de avlusunda oturup, Türk tasavvuf tarihinin en önemli eserlerinden biri olan mevlevihanenin de bulunduğu Dönenler camisine karşı yudumlayacağınız Türk kahveniz, sizi o dönemlere götürecek. Kahvenizi yudumladığınız yerde, "oturduğum yerde yüz yıllar önce kimler oturmuştur acaba" diye düşüneceksiniz. Camiyi ve hemen yanındaki arkeoloji müzesini görmek isteyeceksiniz. Hatta, çininin başkentine kadar gelmişken neden dünyanın ilk çini müzesini gezmeyeyim deyip, camiye girmeden önce, yanındaki çini müzesini gezeceksiniz. Camiden içeriye girdiğinizde sizi şadırvan karşılayacak. O şadırvandan su içmeyi unutmayın sakın.
Biraz dolaşayım diye çıktığınızda, ister istemez Evliya Çelebinin evine doğru götürecek sizi ayaklarınız. Henüz elli kadar adım attığınızda sizi tenekeciler çarşısındaki dükkanların önünde bulunan, seyrinin bile ayrı haz verdiği kuzineler, mangallar, acem ocakları, semaverler göreceksiniz. Seyretmesi bile bu kadar keyif veriyorsa, içinde ve üzerinde pişirilenler ne kadar lezzetli olur, varın siz düşünün gali. Tenekeciler çarşısından aşağı doğru süzüldüğünüzde, Kapanaltı'nın sizi çağırdığını hissedeceksiniz. Çünkü kimin söylediğini bilmediğiniz bir ses; "burlaa gadar gelmişin, uğrameycen mi?" diyecek size. Hafif rampadan biraz daha aşağıya indiğinizde göreceğiniz meydandaki dükkanlar, belki ikiyüz yıl geriye götürecek sizi. Günümüzde bile tarihi dokusunu koruyan dükkanlar göreceksiniz. Bazılarının anahtarı bile ilk günkü gibi. Hani şu on-onbeş santim olup, demirci ustalarının yaptıklarından. Gözünüze "Helvacı Sabri" tabelası çarpacak. "Burası neymiş" diye gittiğinizde, içerideki müşterilerden bir kaçı çıktıktan sonra girebileceğinizi göreceksiniz. Girdiğinizde ise, sağ taraftaki yazıhaneden birisinin "Hoş geldin oğlum/kızım" diye seslendiğini duyacaksınız. Başınızı çevirdiğinizde, ton ton bir amcay güler yüzüyle size bakarken göreceksiniz ama cevap veremeyecek ve şaşkınlıkla, sadece başınızı eğerek cevaplayacaksınız. Çünkü alışık değilsiniz böyle karşılanmaya. Buradan kesinlikle köpük helva/tahin, paşa helvası, bitli helva almalısınız. Tek kötü yanı, bu aldıklarınızın bir gün bitecek olması. Hatta memleketinize döndüğünüzde, bunlardan tekrar nasıl alabilirim diye araştıracaksınız. Dışarıya çıktığınızda nereye bakacağınızı şaşıracaksınız. Değirmenlerinde öğüttükleri unları sattıkları dükkanlara mı, yoksa önünde orakların, tırpanların, tahraların asılı olduğu dükkanlara mı bakayım diye tereddüt yaşayacaksınız. Ama kapıdan çıktığınızda sağ tarafınızdan akan insan seli dikkatinizi çekecek ve oraya yönleneceksiniz. Bu selin başına geldiğinizde hafif bir yokuş karşılayacak sizi. Sadece bir kaç adım sonra, yazları serin, kışları ise sıcak bir ortamı olan bedesteni göreceksiniz. Yokuştan çıkmaya devam ederseniz. Yürüyüşe başladığınız ilk nokta olan Ulu Camiye gelmeden önce, yol boyunca otantik bir çarşının içinden geçeceksiniz. Karnınızı doyurmak için tercihiniz yöresel tadlar olacak tabii ki. Bunun için ise Germiyan sokağındaki konakları denemek isteyeceksiniz. Hatta oraya da yürüyerek giderek şehiri iyice içinize sindirmek isteyeceksiniz. Yol boyunca sağlı sollu gördüğünüz, çoğunun maalesef yıkılmaya yüz tuttuğu eski, cumbalı, ahşap evlerin önünden geçerken aklınızdan bu evlerdeki yaşanmışlıklar geçecek. En sonunda ulaştığınız Germiyan sokağında dikkatinizi ufak müzeler çekecek. Ulu Caminin yanındaki arkeoloji müzesinden farklı müzeler olduğunu görüp, içeriye girdiğinizde, bal mumu heykellerle zenginleştirilmiş, unutulmaya yüz tutan el sanatlarımızı hatırlayacaksınız. Zamanınız kısıtlı değilse hepsini incelemek isteyeceksiniz. Semerci, demirci, çömlekçi...Ama açlık hissi, size sürekli göveçten, cimcikten, sıkıcık çorbasından, yaprak sarmasından bahsederken, bunları incelemekte zorlanacak, bir an önce ahşap, cumbalı konaklarda karnınızı doyurmak isteyeceksiniz. Konaklara doğru yönelip, bir an önce bir şeyler atıştırıp, dolaşmaya devam etmek isteyeceksiniz ama, konaktan içeriye girdiğinizde, bunun düşündüğünüz gibi çabucak olamayacağını göreceksiniz. Yemeğinizi yiyeceğiniz odaya girdiğinizde, Kütahyada bir gece daha kalmak isteyeceksiniz. Çünkü daha gezecek çok yeriniz var. Ömrünüzün sonuna kadar tadının damağınızda kalacağı yemeklerinizi yedikten sonra, tatlı olarak "DOMBEY" kaymaklı ekmek kadayıfı sipariş ediyorsunuz. Bu lezzetlerin ardından, sandalyede gerinerek karnınızı ovalarken, görevli geliyor. O an duymak istediklerinizi söylüyor size; "kahve veya çayınızı neden cam kenarındaki sedirlerde oturup içmiyorsunuz? Daha rahattır." Kahvelerinizi de içtikten sonra, gezeceğiniz yerleri bir an önce görmek için dışarıya çıkıyorsunuz. Elinizdeki listeye bakıyorsunuz;
Macar evi, Aizonai, Dumlupınar şehitliği, Fatih Sultan Mehmet`in mescidi, hisar, döner gazino, baş melek kilisesi, çamlıca, ılıca hamamları, yoncalı hamamları, tavşanlıda "DOMBEY" döndurması, leblebi, göveç, Frig vadisi, Haymaana, çiniciler çarşısı... listenin uzayıp gittiğini görünce, bir gün daha kalırsam belki gezecek yerleri bitirebilirim diye düşüneceksiniz. Hamam ve konaklamayı bir arada çıkartabilirim diye düşünüp, telefonla yoncalıdaki otellerden birinden rezervasyon yaptırıp, hemen 18. yüzyıldan kalma, halk arasında "Macar evi" olarak bilinen, 1850 yılından kalan ve Avusturya-Rusya ikilisinin tüm baskılarına rağmen, zamanın Osmanlı imparatoru 1. Abdülmecit hanın "tacımı ve tahtımı veririm ama bana sığınanı asla vermem" diyerek korumasına alıp, daha sonra Macaristanın ilk cumhurbaşkanı olacak olan Lajos Kossuth`un ailesiyle birlikte barınmalarını sağladığı müzeye gideceksiniz.
Bu müzeyi de gezdikten sonra, hazır buraya kadar gelmişken hisara çıkıp, şehri yukarıdan göreyim diyeceksiniz. Hisara çıkıp da şehiri yukarıdan gördüğünüzde, çayınız gelesiye kadar, gezdiğiniz yerleri bulmaya çalışacaksınız. Çayınızı yudumlarkense, ister istemez, birbirinize gezdiğiniz yerleri parmağınızla göstereceksiniz. Oradakilere soracaksınız; "Fatih Sultan Mehmet`in İstanbulu fethinde kullandığı top varmış burada. Nerede`" diye. Alacağınız cevaba üzüleceksiniz; "topu götürdüler ama yerini gösterebilirim." Oradan ayrılmak için kalktığınızda zirveye oturmuş bir bina göreceksiniz. İşte o bina döner gazino. Yanlış bilmiyorsam 45 dakikada turunu tamamlayarak, şehiri tepeden seyrettiriyor size. Artık akşam olmaya başlıyor. Hemen otelinizin olduğu Yoncalı bölgesine gidiyorsunuz. Otele kaydınızı yaptırdıktan sonra günün yorgunluğunu atmak için termal hamama gidiyorsunuz. Suyun ısıtılarak, "al sana hamam" denilen değil, direkt yer altından çıkan sıcak suyla yapacağınız banyonuz, arzu ederseniz yaptırabileceğiniz masajınız, günün bütün yorgunluğunu alacak ve tabiri caizse "bebek" gibi uyuyacaksınız.
Tamamını yazmaya kalkarsanız, her biri için birkaç satır yazsanız bile kitap olacak olan bu şehirde milattan sonra 2. yüzyılda yapılmış olan dünyanın ilk borsasına da gidebilirsiniz, günümüze dönüp AVMdeki bir sinemaya da gidebilirsiniz. Bu şehir aslında bir zaman makinası.
Hakan ALGAN
Hakan Algan Resmi Web Sitesi
👏👏👏👏keyifle okudum yazınızı,kaleminize sağlık💖
YanıtlaSilTeşekkürler
SilKütahya'da kaldığım dört aylık sürede gezmediğim, görmediğim ne çok yer kalmış, tatmadığım lezzet.. Demek ki bir bilene gereksinim varmış. Bir gün seninle birlikte eksikleri tamamlarız umarım.
YanıtlaSilBen her yaz oradayım. İnşallah tamamlarız
SilHakan kardeşim sayende yıllardır gitmediğim yerler gözümün önünde canlandı. Teşekkür ederim.
YanıtlaSilRica ederim.
SilKomşu ilimizi senin dilinden, seslenişinden, anlatışından, kaleminden, keyifle okudum Hakan...ben de bahsettiğin sıra ile gezmek istiyorum zaman makinesinde Kötaaya'yı :) EsEs e de bekleriz! Sevgilerimle...
YanıtlaSilİnşallah bu yaz geleceğim
Sil🙏
YanıtlaSilMeğer özlemişim Kütahya yı çok güzel yazmışsın eline sağlık
YanıtlaSilNe bekleyon, gidivesen ya...
SilKötaya ya gidesim geldi..
YanıtlaSilBenim kötaayaya gidesim, geldiğimden biri hiç gitmedi ki 😀
SilÇok güzel bir yazı olmuş.👏 Gezdiğim yerler, yediklerim gözümde canlandı. Görmediğim yerler de kalmış.💕
YanıtlaSilEn kısa zamanda tamamlamanız ümidiyle
SilTebrikler Güzel bir
YanıtlaSilyazı... Kütahyalı olarak yazınızı zevkle okuyuvedim gali 😊
Naha rabbini sevem. Ne güzel de yorumlayıvemişin
SilAizona bir tapınak. Anadoluda bulunan bodrum katı olan iki yerden birisi. Çavdarhisar'da ve yeryüzünün ilk güneş enerjisi ile isıtılan bir havuza sahip
YanıtlaSilOna yakın 2.80 ×1.60 ve kalınlığı 28-30cm olan siyah granit taşlar çatı kiremitleri gibi öğle güneşinde ısınıp yerden çıkan pınar suyunu ılıtıyor.
Ayrıca dünyanın ilk borsası. Yazılı olarak listelenir ÜCRETLENDİRİLİR şekilde bir taşa yontulmuştur.
Mal ve hizmet yıllarca zam görmeden ayni kalır.
GÜZEL YERLER.
TEŞEKKÜRLER. HAKAN BEY. UŞAKTAN SAYĞILAR.
Şahane kütahya ancak bu kadar gözel anlatılır gali gezem bari😄
YanıtlaSilKütahya ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.Emeğine yüreğine sağlık Hakan kardeşim...
YanıtlaSil