Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şubat, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

VAKTİ GELİNCE OLUR

Bazen olmasını istediğimiz şeyler konusunda sabırsız davranıyoruz. Hemen olsun istiyoruz. Ama birazcık düşünsek belki de bu sabırsızlığimızı dizginleyebiliriz. Doğada öyle bir denge var ki, süre bizlerin eline bırakılmamış. Zaten bizim elimize bırakılsa bunun da dengesini bozardık. Hatta örnekleri bile var. Gelelim bu dengelere. Yarın şöyle taptaze bir salata yapmak için bahçeye bugün biraz sebze dikeyim desek olmuyor işte. O tohumun çimlenip fide olması için ve hatta sebze verecek olgunluğa erişmesi için süre gerekiyor. Aynı şekilde çocukları çok seviyorum ve önümüzdeki hafta kucağıma bir bebek almak istiyorum desek yine olmuyor. Aynen bir ameliyat olduktan sonra iyileşme sürecine ihtiyaç duyduğumuz gibi. Örnekler uzar gider. Vaktini beklemeden yemeğe çalıştığımız meyvenin o güzelim tadını hayal ederken ağzımızda bıraktığı acımsı tad, belki de o meyveden soğutur bizi. Tanımak için vakte ihtiyacımız var. İnşaat yapıyorsak, İkinci katı çıkmak için ilk katın betonunun donması için de

KENDİNİ KÜÇÜMSEME

Kendini küçümseme derken, abartıp kendini büyük de görme. Neler yapabileceğini görmeye başladığında sen de şaşırırsın. Düşünsenize; Edison gibi, Tesla gibi, Einstein gibi; sen de bir insansın. Aldığın eğitim veya ilgi alanın onlardan farklı olabilir. Tıpkı Macellanın ilgi alanının Edisondan farklı olduğu gibi. Hepimizin bir yaradılış sebebi olduğuna inanıyorum. Hiç kimse boşuna gelmiş olamaz bu dünyaya. Bu kesinlikle yeyip, içip, yatmak da olamaz. Tüm insanlığa olmasa bile, belli bir kesime ciddi faydalar sağlayabilecek bir şeyler yapmak için olmalı. Ya da bunu yapacak olan çocuğu yetiştirmek olmalı. Neden bu dünyaya geldiğini bulamıyorsan, onun seni bulmasına bari izin ver. Onu engelleme, o seni bulacaktır. "Sen neden yaratılmışsın?" diye soruyorsunuz değil mi şimdi. Henüz ben de bilemiyorum. Bulamadım daha. Belki de sadece bu yazıyı yazıp, insanlık için önemli bir adım atacak birilerini uyandırmak için yaratılmışımdır. Kim bilir? Hakan Algan Resmi Web Sitesi

ÖDÜL MAMASI

Evimizde bir kedi var. İsmi lokum. Görseniz gerçekten de lokum gibi bir şey. Aslında annemin kedisi. Onu eğitmek için, ya da terbiye etmek için ödül maması veriyoruz. Görseniz, inanılmaz işe yarıyor. Kedi artık bize masaj bile yapıyor. Biraz daha kassak, markete alış verişe gidip, gelecek. Ödül aslında hayatın her kesiminde kullanılıyor. Düşünsenize sporcular neden ömürlerini kan, ter içinde geçiriyor. Tabii ki madalya için. Ya öğrenciler neden mışıl mışıl uyumak varken, gecelerini uykusuz geçiriyor? Eğitiminin ödülü olan diplomaya ulaşmak için. Bunun yanında ceza da olmazsa olmazıdır hayatımızın. Öğrencinin cezası yaz tatiline mal olur. Hatta belki de okulundan atılır. Doping yapan sporcunun cezası ise, müsabakalardan men edilerek zafere ulaşması engellenir, belki diğer yarışlardan bile men edilir. Çocuğumuzu düşünsenize; yaramazlık yaparsa illaki bir ceza veririz. Bu harçlık kesintisi olabileceği gibi, "sokağa çıkma kısıtlaması" uygulayıp, arkadaşlarıyla oynamasını enge

BACA

Olmalı be. Belki fiziksel olarak çirkin durur ama bir bacası olmalı insanın tepesinde. İçindeki isi, pisi atacak. Sürekli içini temizleyecek. Tıkandımı açılabilecek. Direkt kalbine bağlı baca. Travmalarını atabileceği, kalbini temiz tutabilecek bir baca. Belki havaya atılan pislikler bulaşır diye de düşünmemeli. Doğanın temizleyemediği pislik var mı ki, bunlar kalsın. O zaman karşımızdaki iyi niyetli mi, kötü niyetli mi diye düşünmek için harcayacağımız zamanımızı ne güzel şeylere harcarız. Hatta çıkacak fikirler, şimdikinden daha iyi, daha insancıl olacağından çocukların geleceği ile ilgili kaygılar olmaz. Açlıktan ölen ve ya donarak ölen canlıların haberlerini televizyonlarda izlemeyiz. Cinayet haberleri içimizi karartmaz. Yolsuzluk vakaları olmayacağı için, yoksulluk haberleri de olmaz. Şike şüpheleri yüzünden spordan soğumayız. Savaş muhabirleri, şu ülkede birşey icad etmişler, haber yapalım derler. Olmalı bir baca. işte o zaman sevilir bu dünya Hakan Algan Resmi Web Site

NEREYE GİDİYORUZ

Bunları neden yazdığımı ben de gerçekten bilmiyorum. Aslında hepimizin bildiği şeyler. Sanırım televizyon seyrederken, gördüklerim karşısında, unutmaya başladıklarımızı, dizginleyemediğim hatırlatma isteğidir. Yaradılıştan kaynaklanan insani ahlakın yanında, yaşadığımız toplumun kurallarından kaynaklanan da ahlaki değerlerimiz var. İnsan olmanın gereğidir bu kurallara sadık kalmamız. Bahçedeki kedilerimizle değil, diğer insanlarların hareketleriyle karşılaştırılır bu değerlerimize verdiğimiz önem. Ama o kadar deformasyona uğramışız ki, normalde bu kurallara uyarak yaşayanlar büyük takdirle karşılanır olmuş. Halbuki zaten görevimiz bu. Yapmamız gerekenleri yapanlar değil, gerekenden fazlasını yapanlar lâyık değil mi bu büyük takdire. Olması gereken bu ama, çıta o kadar düşürülmüş ki, olması gerektiği gibi yaşamanın yazılı olmayan kurallarını, değerlerini unutmuşuz. Mesela toplu taşıma araçlarında yaşlı, hamile, engellilere yer verenler ayakta alkışlanır oldu. Aslında yaşadığımız top

YIMIRTAYNAN DAVIK

Çocukluğumuzdan beri anlatılan bir hikaye vardır. Hepimiz bir ders çıkarır, bu hikayeden de ömür boyu faydalanırız. Hikayedeki tavuk altın yumurtlamaktadır. Tavuğun sahibiyse hergün bir altın yumurta almaktansa, bütün altınlara sahip olacağını sanıp tavuğu keser. Sonuç malum. Altnlara veda eder ve tavuğun derisiyle gerisi kalır adamın elinde. Son zamanlarda tavukçu vitrinine baktıkça bu hikaye geliyor aklıma. Tavukların herbiri altın işiyle uğraşan kuyumcu gibi geliyor gözüme. Belki yumurtalarının rengi aynı değil ama, değeri ona yaklaşıyor. Bazısı beyaz, bazısı kahverengi. Olsun, rengi de önemli değil. Tanesi 1 TL. Bir tavuk günde bir tane yumurta verse, ayda sahibine 30TL kazandırıyor. Halbuki vitrinde sere serpe yatan tavuk günümüzde 20-25TL. Ama vitrine bakınca benim gördüğüm, yumurtladığı altının canına mal olduğu, muhtemelen yumurtladığına pişman olmuş meftalar görüyorum. O yumurtaları yerken de içim sızlar oldu artık. Fiyatından dolayı değil. Altının tamamına ulaşmak uğruna ö

KAMU ŞEYSİ

Aslında aksiyon filmlerinin en fazla ilham aldığı konudur katiller. Para karşılığı veya başka bir sebeple bir sürü adam öldürüp, yakalanmadan ortalıkta gezer tozarlar. Belki gerçek hayatta da vardır bunlardan. Yakalanan, yakalanmayan. Zor iş aslında. Bırakın insanı, herhangi bir canlının hayatına son vermek. Offfff, tüyler ürpertici. Sadece onun hayatını sonlandırmıyor, ardında kalanların da hayatını karartıyor. Halbuki bütün kutsal kitaplarda, Allah'ın emirlerinden birisidir; "öldürme". Bu filmlerin başında "EVDE DENEMEYİN" diye bir uyarımı yapmalı bilmiyorum ama, millet önüne geleni öldürür oldu artık. Sanki iş çığrından çıktı gibi. Akşamları dizilerde filmlerde adam öldürenleri, gündüz programlarında da "EVDE DENEYENLERİ" seyrediyoruz. Hani, sorunlarımızı birazcık da konuşarak, konuşarak beceremiyorsak da mahkeme yoluyla çözmeyi denesek. Gerçek hayatın filmlerdeki gibi olmadığını, senaryo gereği katillerin yakalanmadığını, normalde ise yakalanma