Bunları denerken de bazen gözünüz
kapanıyor. Size maliyetini hiç düşünemiyorsunuz. Kırsal kesimde yaşayan
arkadaşlar bu konuda biraz daha fazla çevreye sahipler. Benim de yanımda
çalışan ustalar günlerce ısrar ettiler;
“Abi bak bir hoca varmış, millet
Ankara`dan, İstanbul`dan ona geliyormuş. Halletmediği sorun yokmuş.”
“MS`i duymuş mu hiç?”
“Duymuştur abi, koskoca hoca. Bunun
bir de üç harflileri varmış. Onlar yardım ediyorlarmış.”
“Beynimi yediniz la. Cumartesi günü
gidelim, ama bakın orada olabileceklerden ben sorumlu değilim.” Neticede
kendimi tanıyordum ve dayanamayabilirdim.
Cumartesi
günü oldu ve yola çıktık. Yaklaşık 150 km yol gittik, dağ yolları falandı
gittiğimiz yol da. Şimdi tekrar git deseler yolu bulamam. Gittiğimiz ev leş
gibi bir evdi.
“Lan oğlum nereye getirdiniz beni?
Hoca değil mi bu?”
“Hoca”
“Bu pislikte
namaz kılmayı bırak, tuvalete bile girilmez.”
“Üç
harfliler kızıyormuş abi, ondan temizlemiyor.”
“Onlar
temizlemesin abim, gündelikçi falan tutsun.”
“Ha?”
“Yok bişey,
yok.”
Sıramız
geldi, hep beraber içeri girdik.
“Hoş
geldiniz evladım.”
“Hoş bulduk
dayı” ustam yandan beni dürttü ve fısıldayarak.
“Dayı deme,
hocam de abi.”
“Neden
geldiniz bana?”
Özetle
durumu anlattım;
“Hocam ben multiple skleroz
hastasıyım, merkezi sinir sistemi ile ilgili bir rahatsızlık. Sıkıntımız myelin
tabakasında…” adamın bakışları görmeliydiniz.
“Hallederiz.”
Vay be dayı cevval çıktı. İçeriye
seslendi.
“Bana altı tane haşlanmış yumurta
getirin.”
Yumurta? Menemeni severdim, hafif de acılı
olursa bandıra bandıra pek de güzel olurdu. Madem bu işin ilacı yumurtaydı ve
çok fazla tüketiyordum, ben neden iyileşmemiştim? Sanırım tuzsuz menemen
yüzündendi. Yumurtalar geldi. Bana soymamı söyledi. Soydum ve ona geri verdim.
Üzerine Arapça bir şeyler yazdı ve bana geri verip;
“Yut” dedi
“Anlamadım”
“Sakın çiğneme yut. Bunları yuttuktan
sonra kusacaksın ve bütün sıkıntıların gidecek. Ben de sen yutarken dua
edecem.”
“Hocam bunları sen dua etmeden yutsam
da kusarım zaten.”
“Sen dediğimi yap.” O yumurtaları
yutabilecek bir kişi gösterin bana. Tavuk kıçından zor çıkarıyor, ben nasıl
yutayım? Zaten ilk kim tavuğun kıçını gözetleyip de çıkan ilk şeyi yemeyi akıl
etti onu da anlayabilmiş değilim.
Hoca
okumaya başladığında ben yumurtayı ağzımın içinde en azından dörde bölerek
yutmaya çalışıyordum. İyi tarafından bakmalıydım duruma; organik köy yumurtasıydı bunlar. Hocadan garip
garip sesler gelmeye başladı, baktım gözleri kapalı titriyor, şekilden şekle
giriyordu. Hemen yerimden kalkıp şefkatle omzuna dokundum;
“ Hocam iyi
misiniz?”
“Sen ne
yapıyorsun burada? Geç yerine otur.”
“Sizi kötü görünce yumurtalardan
getirdim hocam. İki tane yutun geçer.”
Bunlar oradaki son sözlerim olmuştu.
Kovulduk. Arabamıza tekrar bindik 150 km`lik dönüş yoluna geçtik. Geri dönerken
dikkatimi çeken, dağ yolunda hocanın evine doğru giden Ankara ve İstanbul
plakalı arabalar oldu. Bu yumurta işinde
iyi para vardı.
“Abi ne
yaptın ya?”
“Ne
yapmışım?”
“Niye
kalktın da adama yumurta götürdün?”
“Kötü
gözüküyordu, yardımcı olmak istedim.”
“Bu kadar
yolu boşuna mı geldik?”
“Allah`ı var
köyün manzarası güzel. Buraları daha önce hiç görmemiştim.”
Beni
tanıyanlar bilir. İnançlı bir insanımdır ama böyle fırsatçı üçkâğıtçıların
dinimizi sömürmesine de karşıyımdır. Hakan ALGAN
www.hakanalgan.com.tr
facebook.com/alganhakan
Twitter : @alganhakann
Instagram: @alganhakann
Yorumlar
Yorum Gönder